Sosyal mesafeyi ve yakınlığı korumak

Sosyal mesafe ile neyi koruyoruz?..
Bugünlerde sıklıkla kullandığımız bir ifade var. Daha doğrusu, tüm dünyada yönetici yapılar tarafından günlük dilimize eklenen bir ifade: sosyal mesafeyi korumak. Belki bir çoğumuz işi gereği bu ifadenin temelini oluşturan sosyal mesafe kavramı hakkında bilgi sahibidir. Ancak sosyal mesafeyi bugün yaygın olarak kullanılan anlamına indirgemenin, yarının toplumu için oldukça sıkıntılı bir süreci başlatma ihtimali olduğunu da dikkate almamız gerekir.
Sosyolojide, sosyal mesafeyi oluşturma potansiyeline sahip unsurlar oldukça riskli olan sosyal ayrıştırma başlıklarını içermektedir; sosyal sınıf, ırk veya etnik köken, politik görüş, cinsiyet veya cinsel tercih. Yine sosyolojide, sosyal mesafenin dört farklı görüngüsünden bahsedilebilir. Sosyal mesafe ile ilgili sosyolojik çalışmalar bu kavramın toplum içinde duygusal, kuralcı, etkileşimli ve kültürel şekilde algılanabileceğini göstermektedir. Kısaca bir göz atalım:
Duygusal sosyal mesafe; toplum içindeki bireylerin diğer bireyler ile arasında kurabildiği duygudaşlığın seviyesine göre değişiklik göstermektedir. Bogardus’un sosyal mesafe ölçeği bir toplumda bu duygudaşlık farkını tespit etmeye yönelik bir çalışmadır.
Kuralcı sosyal mesafe; bir toplumda kimin içeride kimin dışarıda olarak kabul edileceğine dair daha sert bir ayrıştırma unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır. Buna göre “biz” ve “onlar” söylemi tüm gücünü toplumsal normların çerçevesini belirlediği bir şablondan alır.
Etkileşimli sosyal mesafe; toplumun kendi içinde, özellikle sosyal ve ekonomik ilişkilerin yoğunluğuna göre belirlenmektedir. Toplumsal ağda bireyler arasındaki etkileşimin sıklığı ve karşılıklı olması hali, sosyal mesafenin de derecesini belirler.
Kültürel sosyal mesafe; toplumun ve onu oluşturan bireylerin kültürel çeşitliliğine göre farklılık göstermektedir. Kültür bir insan değeri ve toplumun zenginliği olarak görüldüğü halde, empati bunun bir yapay mesafe unsuru olmasını engellerken, kuralcı bir şekilde ele alındığı halde doğal ise bir ayrıştırma unsuruna dönüşebilir.
Fiziksel mesafe evet ama sosyal mesafeyi kaldırmalıyız…
Bu giriş seviyesindeki bilgiden de anlaşılacağı üzere “sosyal mesafe” kavramı hiçbir şekilde fiziksel mesafe olarak kullanılmamaktadır. Covid-19’un bize bugün direttiği durum ise tam bir fiziksel mesafe durumudur, kesinlikle sosyal mesafeyi gerektirmemektedir.
Hal böyle iken, neden dünyanın birçok ülkesinde sosyal mesafe kavramı kullanılıyor. Birleşmiş Milletler burada biraz daha dikkatli davranarak dokümanlarında yalnızca “mesafe” ifadesine yer vermeye dikkat ediyor. Ancak genele ve halk arasında yaygın kullanımına baktığımızda daha çok “sosyal mesafe” kavramı ile karşılaşıyoruz.
Rahatlıkla anlaşılacağı üzere, toplumu oluşturan bireyler arasındaki sosyal mesafe açıldığı halde, bunun toplumsal birliğe, birlikte üretme ve başarma kabiliyetine olumsuz yönde etki edeceği açıktır. Oysa ki, Covid-19 sonrasında sosyal mesafenin her türlü görüngüsünü aşmamız ve ana mücadelemize kaldığımız yerden devam etmemiz gerekiyor. Yani iklim eyleminde başarılı olma hayalimizi gerçekleştirmemiz, bunun için sosyal mesafeyi kapatmamız gerekiyor.
İnsanlık, özellikle bu binyılda fiziksel mesafeyi bir sorun olmaktan çıkartacak önemli girişimler içinde bulundu. Teknolojinin de sağladığı olanaklar ile fiziksel mesafe sorununu, insani temas ihtiyacı baki kalmak kaydıyla, olabildiğince aştı. Bu başarı, dünyanın sadece ekonomik olarak değil, belki istenmese de sosyal olarak da yakınlaşmasına olanak sağladı. Şimdi bu sosyal yakınlaşmanın “dil”den başlayarak korunması, fiziksel mesafe kavramının yerine kullanılmaması gerekmektedir.
İnsanı bugüne getiren çeşitliliktir…
Çok klasik bir söz vardır; insan tüm keşiflerinde ve icatlarında doğayı örnek alır diye. Peki doğayı ayakta tutan nedir. Dünyada canlılığın temelini çeşitlilik oluşturur ve bugün dünya üzerinde 1,3 milyonu listelenmiş, yaklaşık 10 milyon civarında tür olduğu düşünülmektedir. Doğayı bu çeşitlilik ayakta tutmakta ve yaşadığı tüm yıkımlardan da bu şekilde çıkmaktadır.
İnsanlık ise bu 1,3 milyon tür arasından sadece bir tanesi. Yani, bir tür olarak, biz doğanın sahip olduğu çeşitliliğe tek başımıza sahip olamıyoruz. Herhangi bir dış etkenden tür olarak topyekün etkileniyoruz ve varlığımız da topyekün risk altında olabiliyor. Buna karşılık insan, sağlıklı bir dünyada, tür olarak varlığını kendi içindeki çeşitliliğe borçlu olduğunun da bilincindedir.
Biz özellikle kültürel çeşitliliği ve zenginliği bir varoluş çabasının sonucunda elde ettik. Bunu korumak, çeşitliliği korumak, insanlığı korumak demektir. Fiziksel mesafe ile sosyal mesafeyi karıştırmadığımız halde, teknolojinin sağladığı olanaklar ile sosyal mesafeleri kaldırdığımız halde, hepimiz bu kültürel çeşitliliğe erişebilecek ve varoluş ihtimalimizi arttıracağız.

Exit mobile version