Okuma Süresi:2 Dakika, 21 Saniye

Ağustos böceği ile karınca’nın öyküsünü bilmeyen yoktur. Ezop’un M.Ö.500’lerde yazdığı bu kısa öyküde ağustos böceği tembel ve eğlenceye düşkün bir birey olarak tasvir edilirken, karınca ise çalışkan ve disiplinli bir bireyi temsil eder.

1600’lerde La Fontaine tarafından lirik bir dille tekrar kaleme alınan bu öyküde sarkastik bir dille ağustos böceğini “bütün yaz şarkı söylediysen kışı da dans ederek geçir” diyerek aşağılayan karıncanın çalışkanlığı ön plana çıkarılırken, sefil bir zavallı olarak gösterilen ağustos böceğine yardımı reddetmesi bir erdem olarak sunulur.

Ezop tarafından yazılan ağustos böceği ile baykuş ve eşek arasında geçen başka öyküler de mevcuttur. Bana göre tüm bu öykülerin ortak noktası ise Spencer’dan 2400 yıl önce Ezop’un Sosyal Darwinizm’in ilk örneklerini veriyor olmasıdır. Çünkü, soğuk kış gününde aç bir ağustos böceğine yardımı redderek onu ölüme terk etmenin, topluma değer katmayan bireylerin sistem dışına atılmasından başka bir anlama geleceğini zannetmiyorum!

İlginç bir şekilde, çok fazla bilinmese de Ezop’tan 150 yıl kadar sonra Platon’un Phaidros adlı eserinde Socrates’in ağzından ağustos böceğinin daha hümanist bir öyküsü anlatılır. Rivayete göre, Yunan mitolojisinde mousa’lar olarak kabul edilen 9 ilham perisi dünyaya gelene kadar ağustos böcekleri de birer insandır. İlham perilerinin doğumuyla birlikte diğer sanat türleriyle birlikte müzik de ortaya çıkınca, şarkı söylemenin hazzına kapılan bazı insanlar yemeyi ve içmeyi ihmal ederek hayatlarını kaybederler.

Ağustos böceklerinin soyunun da öldükten sonra dünyaya tekrar gelen bu insanlardan ortaya çıktığını anlatır Platon kitabında. İlham perileri ağustos böceklerine ödül olarak dünyaya tekrar geldikleri andan itibaren yemeye ve içmeye hiç ihtiyaç duymadan ölene kadar durmaksızın şarkı söylemelerini sağlamıştır. O yüzden de, ağustos böceklerinin müziğe olan tutkuları, eğlenceye olan düşkünlüklerinden ya da tembelliklerinden değil, sanata verdikleri değer sayesinde sahip oldukları bir erdem olarak ifade edilir.

Bu iki hikâyeyi paylaşma sebebim ise aslında ilginç bir noktaya dikkatlerinizi çekmek için. Sizce ağustos böceğinin birbirine yakın dönemlerde anlatılan farklı öykülerinden günümüzde en yaygın olarak bilineni neden onu tembel bir varlık olarak ifade eden Ezop’un masalıdır?

Kanaatimce bu sorunun muhtemel cevabı masal kitaplarının her zaman felsefe kitaplarından daha geniş kitlelere hitap etmesi, bu yüzden de daha fazla kişi tarafından okunması ve nesilden nesile aktarılarak günümüze kadar gelmesi olabilir. Bir felsefe kitabında küçük bir anekdot olarak geçen kısa bir öykü ile karşılaştırıldığında, bir masal kitabında yer alan popüler bir öykünün daha çok kişi tarafından kabul görmesinden doğal bir şey de olamaz zaten.

İşte, sosyal ağlarda paylaşılan dezenformasyonun farklı kaynaklarda yer alan doğru bilgilere göre daha hızla yayılması ya da geniş kitleler tarafından daha fazla kabul görme durumu da aynı sebepten kaynaklanır. İnsanlar kolay erişebildikleri, sıkıcı olmayan, basit bir dille yazılmış, ikna edici görsel ve kısa ifadelerle süslü paylaşımlara daha fazla rağbet eder. Onları daha fazla okur ve paylaşır. Onlarda sunulan enformasyona daha fazla inanır ve doğruluğunu araştırma ihtiyacı duymaz.

Bir sonraki yazıda kaldığımız yerden devam ederek daha ilginç bir noktaya daha değinmek istiyorum…

Previous post TÜRSAK 19. GELECEĞİN SİNEMASINDA YERİNİZİ ALIN! Son başvuru tarihi: 25 Mart 2022
Next post Apple Watch 7’de eSIM yok ve biz bunu yeni öğreniyoruz