Okuma Süresi:55 Saniye

Geçtiğimiz yıllarda bir köşe yazarı Rahmetli Nurettin Topçu’nun güzel bir tespitini paylaşmıştı:

“Eğitim sistemimizin iki eksiği var: Birincisi eğitim, ikincisi sistem”

Bir akademisyen olmam sebebiyle ömrümün yarısı öğrencilikle, diğer yarısı ise eğitmenlikle geçti. En büyük evladı üniversiteyi tamamlamak üzere, en küçüğü ise ilkokulda olan bir veli olduğumu da bu bilgilere eklersek milli eğitim sistemimizin son 40 küsur yılını öğrenci, veli ve eğitmen rollerinde gözlemleme şansına sahip olduğumu söyleyebilirim.

Özellikle 1990’lardan itibaren eğitim sisteminde yaşanan ya da daha doğru bir tabirle farklı yöneticiler tarafından “denenen” değişikliklerin hemen hemen hiçbirisinin kalıcı olmadığına, hatta kendi evlatlarımın her birisinin eğitime başladıkları dönemlerde uygulanmaya başlanılan değişikliklerin henüz eğitimlerini tamamlayamadan tekrar tekrar, defalarca değişime uğradığına şahit oldum.

Esasen, kısa zaman aralıklarında alınan ve genellikle konjonktüre dayalı olarak gerçekleştirilmeye çalışılan bu düzenleme ve değişikliklerin çocuklar ve ülkemizin geleceği açısından olumsuz etkilerini en net gözlemleyenlerin akademik camia olduğunu söyleyebilirim. Çünkü, her yıl üniversitelere yerleşen öğrencilerin akademik başarılarının yanı sıra davranış ve muhakeme yeteneklerindeki farklılıkları önceki yıllarda gelen öğrenciler ile karşılaştırabilecek bir mesleğe sahibiz.

O yüzden de, takip eden yazılarda eğitime ilişkin sistemsel sıkıntıları neden aşamadığımızı bir akademisyen gözüyle yorumlamaya çalışacağım.

Previous post Apple, USB-C ve Karbon Nötr Hedefiyle Geleceğe Adım Atıyor!
Next post Yapay Zeka Terimler Sözlüğü