Okuma Süresi:4 Dakika, 0 Saniye

Saraya gizlice çıkan CHP’li iddiası nedeniyle Türkiye bir süredir “doğru haber” konusunu tartışıyor. Hem de enine boyuna tartışıyor. Eskiden bu türden tartışmalar gazeteciler arasında yapılırdı, şimdi ise hemen herkes katılıyor. Böyle olması da normal: Artık akıllı telefonu olan herkes potansiyel gazeteci: “Yurttaş gazeteciliği” döneminde yaşıyoruz!
“Doğru haber-yalan haber” konusu hemen bütün dünyada gündemde aslında. Epeydir öyleydi ama, ABD Başkanı Donald Trump’ın dünyanın en güvenilir bilinen bazı yayın organlarını, örneğin New York Times’ı, “fake news” ya da “palavra haber” medyası ilanından sonra tartışması iyice alevlendi.
Onlar da asıl palavracının ülkenin bir numaralı haber kaynağı olan Başkan Trump olduğunu kanıtlamak için kolları sıvadılar. “Fake news” ya da palavra haber bitmez tükenmez bir siyasal gündem maddesi haline geldi. Üzerinde ileri geri pek çok laf edildi. Kime ve neye inanacağını bilemeyen kitleler şaşkına döndü.
İşte bu “kime ve neye inanacağını bilememe” hali benim Şaşkınlık Çağı adını verdiğim dönemin temel özelliklerinden birini oluşturuyor.
***
Bu bağlamda, Şaşkınlık Çağı’nda yükselen kurumlardan birinin doğrulama (fact-checking, verification) örgütleri olmasına şaşmamak gerekiyor. Dünyada şu anda bu türden 200’den fazla örgüt çalışıyormuş. Bizde de örnekleri var. Sayıları çoğalacaktır.
Bu arada ABD’de bazı medya kuruluşları da kendi bünyelerinde sırf bu işe odaklanan servisler kurmuş ya da olanları güçlendirmişler. Örneğin Trump’ın “palavracı mecra” ilan ettiği Washington Post, Trump’ın ikibuçuk yıl içinde tam 13 bin doğru olmayan, yalan yanlış şey söylediğini saptamış!
Bu araştırıcı örgüt ve servislere Şaşkınlık Çağı’nın doğal ürünleri gözüyle bakabiliriz. Dijitalleşmeye dayanan yeni iletişim ekolojisi bunu kaçınılmaz kılıyor. O kadar çok iddia havalarda uçuşuyor ki, birinin çıkıp bu işin müfettişliğini üstlenmesi gerekiyor.
Bankaların bu türden doğrulama ya da “istihbarat” servisleri vardır. Kredi almak için başvuranların verdikleri bilgileri denetlemek için araştırma yapar, rapor verirler. Şimdi de haber alanında doğrulama birimleri tartışmalı konularda devreye giriyor, araştırıyor, olgusal olarak neyin doğru olduğunu ilan ediyorlar.
Palavra haberin toplum içinde hızla yayılmasında baş rolü oynayan sosyal medya da, işin doğrusunun kitlelere iletilmesinde de rol alıyor. Ne var ki, doğrulanmış bilgi, çoğu kez, palavra haber kadar ilgi çekmiyor.
İnsanların algısal yanılsamayı olgusal gerçekliğe tercih etmeleri de Şaşkınlık Çağı’nın özelliklerinden biri. İnsanlarda bir “inanma” geni olduğuna şüphem yok da, şunca yıl gazetecilik yaptıktan sonra bir “hakikati arama” geni olup olmadığına emin değilim.

                                    ***

Eski medya düzeninde doğrulama işi, doğrudan doğruya medya/haber kurumunun sorumluluklarından biri, hatta en önemlisiydi. Bir olayın haber olup gazetede çıkması halinde doğru olduğu inancı buradan kaynaklanıyordu. Hemen tüm büyük gazetelerin salt doğrulama ile uğraşan araştırmacıları, editörleri, redaktörleri vardı. Bunlar haberin içindeki tüm “olgu”ları doğrulama sürecinden geçirmeleri beklenirdi. Abdi İpekçi’nin “en az iki kaynaktan doğrulatma” ilkesinin kökenleri de kaliteli haberciliğin bu titizliğinde yatar.
Üzerinde bir muhabirin adı olsa da, gazetede çıkan her haberin kollektif bir ürün olduğu düşünülür, üzerine kurumsal bir “Doğrudur!” damgasının vurulduğu varsayılırdı:
“Doğrudur çünkü tüm iç denetim kademelerinden geçmiştir!”
Doğru haberlerin tuğla tuğla üstüste konmasıyla inşa edilen “inanılırlık” gazetenin en önemli sermayesi sayılırdı. Herkes böyleydi demek istemiyorum. Bu kültürün dışından çalışan sansasyon, bulvar, palavra, asparagas gazeteleri de vardı kuşkusuz. Bu tür gazetelerin okur sıkıntıları da yoktu. Ama meslek camiası onları bıyık altı bir gülüşle izler, ciddiye almazdı. O kadar ki, örneğin Londra’nın Babıali’si Fleet Street’te ciddi gazetecilerin, — yani doğru habere önem veren habercilerin– parodi gazetecilerle, –yani asparagasçılarla– aynı “pub”lara gitmeye tenezzül etmedikleri bilinirdi. (Bizde durumun tam böyle olduğunu söyleyemem!)
***
Devran değişti, gazeteler ölçü olmaktan çıktı, sosyal medyanın egemenliği başladı. Daha çok bireysel iletime dayanan yeni düzende ara kademeler (“gate-keeepers”) , müfettişler, denetçiler devre dışı kaldı ya da etkisizleşti. Günümüzdeki haber kargaşasının ve onun ardından gelen kafa karşıklığının başta gelen bir nedeni budur. Denetim olmayınca doğru ile yalan elele, kolkola geziyor ve çoğunluk kim kimdir ayırt edemiyor.
İronik olarak, bu durumdan gerçek habercilerler kadar parodi gazetecileri, zaytungcular da şikayetçi olmalı diye düşünüyorum. Eskiden zaytungcuların aslında doğruyu yazmadıklarını söylemeleri gerekmezdi, herkes öyle olduğunu bilir, kara mizahın tadını çıkarırdı. Gelin görün ki, artık pek çok kişi onların yazdıklarını doğru sanıyor ve gülecek bir şey bulamıyor..
Demek ki, Şaşkınlık Çağı’nın dev küreyicisi olan dijital teknolojinin kurbanları arasına bir mizah türü olarak parodiyi de ekleyebiliriz. Gerçek ile yalan arasındakis çizgi silinince asparagasın da tadı kalmıyor.
***
Ahmet Hamdi Tanpınar ülkemizin kültürel kafa karışıklığını anlatmak için Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı bir roman yazmıştı. Aslında iktidarlar, saatten çok bir Haberleri Ayarlama Enstitüsü sahibi olmak isterler. İsterler ki, neyin haber olduğuna ve hangi başlıklarla verileceğine kendileri karar versinler.
Aşağı yukarı şu anda Türkiye’de olduğu gibi…
Ancak, anlıyoruz ki, ortak manşetle çıkan 10 gazete ve onları aynen tekrar eden 20 televizyon ağı şaşkınlık sendromuna çare olmuyor.
Çünkü yalan ile doğru kolkola geziyor. Ve yurttaş ikisini birbirinden nasıl ayıracağını bilmiyor.
Güvenilir haberi mümkün kılacak, sözü dinlenen ve etkili araştırma/doğrulama birimlerinin kurulmasını siyasal iktidarlardan beklemek boş hayal olur.
Bu cephede ancak haberciliği ciddiye alan has gazetecilerden, gerçek üniversitelerden ve demokrasiye inanmış sivil toplum kuruluşlarından gelebilecek insiyatiflere umut bağlanabilir…
Yani durum pek parlak görünmüyor.

Previous post 2020 Teknoloji Öngörüleri
Next post MULTY’e biz bayıldık! Siz de bayılacaksınız!