Yalnızlık Yoksunluğu
Prof. Dr. Mustafa Zihni Tunca

Yalnızlık ilginç bir kelime. Her ne kadar çoğu zaman insanın tek başına, kimsesiz kalması gibi negatif anlamı ile ön plana çıksa da, kendini dış dünyadan soyutlayarak tek başına kalma tercihinin de bu kelime ile ifade edildiğini unutmamak gerekiyor. İslam’da tefekkür, Budizm’de ise meditasyon kavramları da esasen mecburiyetten değil, bir tercih olarak yalnız kalma eylemi ile ilişkilendirilebildiğini de hatırlatmış olalım.

Yalnızlığın önemine değinen Fransız yazar Albert Camus “Dünyayı anlamak için bazen ondan yüz çevirmek gerekir.” diyor. Bu anlamda gerçek yalnızlığın fiziksel değil de zihinsel olduğunu ifade eden meşhur Roma kralı Marcus Aurelius ise “İnsan hiçbir yerde kendi ruhundan daha sessiz ve daha rahat bir inziva yeri bulamaz.” diyerek durumu çok güzel özetliyor.

Geçtiğimiz yıl Almanya’da yapılan bir araştırmada, zihinsel yalnızlığın problem çözme, yaratıcılığı artırma ve özdeğer duygusuna katkı sağlama konusunda insanlara yardımcı olabileceği, ancak bireylerin günümüzde tam aksi yönde davranarak, diğer insanlarla meşgul olmayı tercih ettiklerini ortaya koyuyor.

Araştırmacılar özellikle akıllı telefonların dikkat dağıtmakla kalmayıp, her türlü bilgiye ulaşmayı kolaylaştırmaları sebebiyle düşünme alışkanlığının kaybına katkıda bulunduğuna işaret ediyor. Bunun sonucunda ise özellikle de olumsuz düşünmeye eğilimli bireylerin kendi düşünceleriyle vakit geçirmekte zorlandıklarını ifade ediyorlar.

Benzer bir şekilde, Digital Minimalism kitabının yazarı Cal Newport 2019 yılında kaleme aldığı kitabında dijital dünyanın insanlarda yarattığı “kendi düşüncelerinizle baş başa sıfıra yakın zaman geçirme” durumu olarak özetleyebileceğimiz ‘yalnızlık yoksunluğu’ tehlikesine dikkat çekerek cep telefonu gibi hayatı kolaylaştıran dijital cihazların aslında bizi daha dağınık, daha endişeli ve olumlu bir şekilde kendimizle daha az baş başa kalan bireyler haline getirdiğine işaret ediyordu.

Newport’un ne kadar haklı olduğunu ise kendisini bir mağaraya kapattıktan tam 500 gün sonra geçtiğimiz Nisan ayında ilk kez gün ışığına çıkan 50 yaşındaki bir İspanyol kadın sporcu ispatladı. İnsanın fiziksel ve psikolojik olarak aşırı yalnızlık ve yoksunlukla nasıl başa çıkabileceğini araştıran bir deney için gönüllü olarak yerin 70 metre altındaki karanlık bir mağarada yaklaşık bir buçuk yıl geçiren Beatriz Flamini, zihinsel olarak “kendisi ile çok iyi anlaşarak” yer altında geçirdiği sürenin ne kadar uzun olduğunu 65. günden itibaren hissetmediğini ifade etmiş.

Zamanı sakince ve amaçlı bir şekilde 60 kitap okuyarak, tecrübelerini yazarak ve çizerek, örgü örerek ve en nihayetinde eğlenerek geçirdiğini ifade eden Flamini “Bıraksalar 500 gün daha kalabilirdim” diyecek kadar da iddialı.

Esasen, 50 yaşındaki Flamini’nin bu tecrübesi ‘dijital arınma’ konusundaki önerilerimizin neden gençlerin değil de olgun yaşlardaki bireylerin daha fazla ilgisini çektiğini de gösteriyor.

Einstein’ın da dediği gibi:

“Yalnızlık gençken acı vericidir, ama olgunlaştıkça keyif vermeye başlar.”

Exit mobile version