Okuma Süresi:4 Dakika, 21 Saniye

Bir süredir “Netflix döneminde romanın yaşama şansı var mı?” sorusunu soruyor, aklıma gelenleri bir takım toplantılarda dillendiriyor ya da burada olduğu gibi yazıya dökmeye çalışıyorum. Belli ki bu soru beni ilgilendiriyor.

Şundan:  Son iki kitabım, yani 29. ve 30. kitaplarım,  roman türünde oldu. (“Babıali’de Cinayet: Gazeteciyi Kim Öldürdü?”  ve “Ada”)   Son iki yılımı roman yazarak ya da roman konuşarak geçirdim de diyebilirim. Şimdi de üçüncüsü üzerinde çalışıyorum.  Roman yazarlığını sevdim.  Romanın bana başka türlerde bulunmayan bazı ifade olanakları sağladığını keşfettim. Onun yerine geçecek bir şey bulunmadığına göre, ağır bir şaşkınlık  krizi geçirmekte olan insanlığın romana ihtiyacı olduğu sonucına vardım.  Şiir gibi roman da bir kenara itilirse dünyanın daha  renksiz, insanlığın ise daha da sığ ve sıkıcı (ve dahi, yıkıcı) bir hale geleceğinden kaygılandım.

Ve,  bir yayıncının “Artık roman basmaya korkuyoruz, çünkü bizdeki roman okurları,  yani A/B Grubundaki kadınlar,  şu aralar gece gündüz Netflix’te dizi seyretmekten başka bir şey yapmıyorlar.”  dediğini duydum!

Zaten farkındaydım:  Yeni bir dizi seyretme tarzı oluşmuş, İngilizce “binge-watching” diyorlar. “Binge”in sözcük anlamı  “bol bol yiyip içmek, alem yapmak”.  Tiryakinin sigaraları birbirine eklemesi misali epizodları birbirine ekliyorlar, saatlerce, günlerce doyasıya,  hatta öğüresiye seyrediyorlar ya da tıkınıyorlar.  Roman okumak bir yana, başka hiçbir şeye zaman kalmıyor!

ZAMAN VE TÜKETİM

“Zaman” deyince duracaksın.  Çünkü “zaman” hayat denen sınırlı fırsatın özüdür.  Onun ana sermayesidir.  İyi yaşanmış bir hayatla kötü yaşanmış bir hayatın temel ayracı zamanın nasıl geçirildiğidir.  Etken anlamda “geçirildiği” diyorum, yoksa zaman, açık kalmış bir musluk gibi,  nasıl olsa akıp gider ve biter. İnsanın bir şey yapmasına gerek yoktur.

İnsanın ana sermayesi olunca, insanla ilgilenenlerin de “zaman”la  ilgilenmesine şaşmamak gerekir. Aristo’dan Marx’a ve tabii günümüzün pop-feylesoflarına kadar herkes bu kavram üzerinde durmuştur. Zamanı “iyi” kullanma konusunda nice  tartışmalar patlak vermiştir. Hayatı anlamlandırmak için ilkin eldeki zamanı –‘an’ı –  anlamlandırmanın önemi üzerinde durulmuştur.  Bazı etkinlikler bazılarınca “zaman israfı” olarak sınıflandırilmıştır. İnsanıın “Ben şu an ne yapıyorum?” sorusunu sormasının  post-modern yaşam bilincinin merkezinde yer aldığını söyleyebiliriz.

Zamanın nasıl kullanıldığı konusu pek çok alanı ilgilendiriyor:  Çalıştırdığı kişilerden “emek-zaman” satın alan eski moda kapitalistler kadar Tüketim Toplumu’nun pazarlamacılarını da.  Kim, ne zaman ne yapıyor? Bunun kalıpları nasıl değişiyor?  Tüm ona ulaşma çabaları, televizyonlarda program çizelgeleri, reklam blokları ve içerikleri buna göre ayarlanacaktır.*

Kitle televizyonculuğunda amaç tüketiciyi bir şekilde yakalayıp zaman trenine bindirmek ve orada mümkün olduğu kadar tutmaktır. Artık o türden dikey televizyonculuk devrini doldurmuş olsa da,  yeni yayın sistemlerinde, bu arada dijital platformlarda (ya da “çevrimiçi video akış” platformlarında) ve tabii  Netflix’te de,  amaç odur:  Tüketiciyi cazip davetlerle bir şekilde yakala, sonra mümkünse hiç bırakma!  Öyle ki, çalışmak ve uyumaktan başka hiçbir şeye vakti kalmasın.  “Zamanı” ve hayatı senin olsun!

ASIL RAKİP KİM?

Uykudan söz etmişken, dünyanın dört bir yanına çalı yangını gibi yayılıp yüz milyonlarca insanın zamanına ve hayatına el koyan Netflix’in baş yöneticisi Reed Hastings bu yıl bir kaç kez  “En büyük rakibimiz uyku” demiş.**  Yani, bütün diğer rakipler sindirilmiş, sıra rüyaların ülkesi uykuya gelmiş.  Ancak, yapısal engeller söz konusu:  Bir gün 24 saat, o asla uzatılamıyor; onun bir kısmı zorunlu işlere, hayat gailelerine gitmek zorunda, geri kalan saatlerin ise talibi pek çok.

Ve işin kötüsü, insan vücudunun uykuya ihtiyacı var.  Eninde sonunda o gelip bastırınca gözler kapanıyor ve insancıklar Netflix’i (Evet, Netflix’i bile!) terketmek zorunda kalıyor.

İşte en başta andığım soru, yani çağımızda romana yer olup olmadığı ile ilgili soru işte bu bağlamda kendisini gösteriyor.  Zaten elektriğin evrenselleşmesi ile gittikçe daralmış olan uyku bölgesini daha da sınırlamaya istekli olduğu anlaşılan açgözlü Netflix yöneticisine insanların ne zaman roman okuyacaklarını sorsak ne yanıt verirdi acaba?  “Canım okumayı versinler,  dizi uyarlamalarını izlesinler” mi derdi?  Öyle derse ona hangi sorular sorulabilirdi?

Bir romanı okumakla, ondan esinlenmiş diziyi seyretmek yaşamsal deneyim olarak aynı şey midir?  Yoksa ikisi apayrı, birbirinin yerine ikame edilemez deneyimler midir?  Örneğin Homeros’un epik İlyada’sını okuyanla ondan esinlenmiş BBC’nin  berbat The Fall of A City (Netflix’te gösteriliyor) dizisini seyreden aynı  pınardan su içmiş sayılabilirler mi?   Yoksa dizisi ye da filmi ne kadar iyi olursa olsun,  romanı okumak “özgün, “benzersiz”, “emsalsiz” bir deneyim midir?

Hayatının çeşitli evrelerinde televizyonculuk da yapmış ve roman yazmaya  geç kalmış biri olarak ben romanın insana verdiğinin özel –“özgün”, “benzersiz”, “emsalsiz”– olduğuna ve bu yüzden mutlaka yaşaması gerektiğine inanıyorum.  Bu Netflix furyası da gelip geçici bir modadır,  insanlar zamanla ondan bıkıp asıl şeylere, yani kendilerini daha insanileştirecek, derinleştirecek, özgürleştirecek şeylere  döneceklerdir diye avunmaya  çalışıyorum.  Belki de kendimi kandırıyorum.  Belki de çağdaş insana yaraşan, eğlence tıkınmaya dayanan bencil bir yüzeyselliktir.  Belki de uyku da yasaklandıktan sonra hala roman okuyanları  Aldous Huxley’in Brave New World’teki “vahşi adam” gibi kafeslere kapatıp teşhir edeceklerdir!  Belki de onları romansız bırakmamak için yazmak gerekir!

*Boş zamanlar konusunun felsefi yansımalarını, zaman kullanımının değişimlerini ve bunların televizyonla ilintilerini  merak edenlere neredeyse 40 yıl önce yazılmış bir makalemi tavsiye ederim.  Haluk Şahin ve John P. Robinson, “Beyond the Realm of Necessity: Television and Colonization of Leisure, Media, Culture and Society, 3:1, 1980, 85-95.

**En son veriler Netflix’in asıl rakibinin uyku değil YouTube olduğunu gösteriyor.  Özellikle Hindistan gibi pazarlarda YouTube  Netflix’ten ve diğer dijital platformlardan daha hızlı büyüyormuş.  Aynı şekilde, seyrederek geçirilen zaman açısından YouTube  önde gidiyormuş.  Ve bu durum Netflix yöneticilerinin uykusunu kaçırıyormuş!  (Kaynak Manish Singh, venturebeat.com,

 

 

 

Previous post Tesla’nın 35.000 Dolarlık 3S Modeli Sonunda Çıktı.
Next post Coğrafi İşaret Konusu MEB ve Metro Türkiye İş Birliğiyle Mesleki ve Teknik Liselerin Müfredatına Giriyor