
Hangi araştırma…
Nisan ayının son haftasında USTD (University of Singapore for Technology and Design) tarafından bir araştırma yayınlandı. Dünya üniversiteler sıralamasında kendi sayfasına göre 3.037. sırada olan, ancak THE (World University Rankings) listesinde adına rastlanmayan bu üniversitenin araştırması büyük ses getirdi.
Araştırma yayınlandığı an itibari ile hemen her ülkede haberlerde yer almaya başladı. Neden? Araştırmanın ismi yeterli bu yayılma için çünkü, “Covid-19 Ne Zaman Bitecek” (When Will Covid-19 End). Bu dönemde gazeteci veya bilim insanı olup da bunu kaçıracak kişi var mıdır?
Ancak, artık üniversitenin kendi sitesinde dahi araştırmaya ulaşmak oldukça güç. Yayınlandığı sayfada ise ( https://ddi.sutd.edu.sg/when-will-covid-19-end/ ) çok önemli bir ifade var. Zaten araştırmanın en ciddi tarafı da sadece bu açıklama diyebilirim. Aslında açıklama da değil bu bir feragatname. Feragatname ne demek diye aramayın. Özetle, çıkacak sorunlar karşısında sorumluluk almamak diyebiliriz. Açıklama mealen şöyle; “Bu araştırma eğitim amaçlıdır. Hatalar içerebilir. Model ve veriler, farklı ülkelerin karmaşık yapılarına göre yanlış olabilir. Tahminler doğası gereği belirsizdir. Okuyucular herhangi bir tahminde bulunmalıdır. Tahmin edilen bazı bitiş tarihlerine dayanan aşırı iyimserlik tehlikelidir, çünkü disiplin ve kontrolleri gevşetebilir ve virüs ve enfeksiyonun geri dönüşüne neden olabilir”
Kim dinler? Araştırma elden ele dolaştı. Ne diyor araştırma özetle? Daha doğrusu araştırmaya bakan ne görüyor demek daha doğru olur. Çünkü araştırma raporundan çok, satış verilerini patronun gözüne sokmaya çalışan deneyimsiz satışçı sunumu gibi.
Grafiklere göre, Dünyada Covid-19’un %97 ihtimalle bitme tarihi 30 Mayıs, %100 ihtimalle bitme tarihi 1 Aralık. Bundan sonra ülke ülke Covid-19’un bitiş tarihleri %97 ve %100 ihtimal sıralamalarına göre şöyle; Amerika 15 May / 09 Eyl, İtalya 9 Mayıs / 31 Ağustos, İspanya 2 Mayıs / 2 Ağustos, Fransa 6 Mayıs / 9 Ağustos ve İngiltere 17 Mayıs / 22 Ağustos. Türkiye için ise bu tarihler 14 Mayıs / 30 Temmuz hesaplanmış (!) olarak veriliyor.
Hangi yorum…
Araştırma çok da tehlikeli olarak televizyonların haber programlarında, sosyal medyada paylaşıldı, tartışıldı. Birkaç duyarlı bilim insanı dışında araştırmaya “güvenmemelisiniz” diyen çıkmadı. Bu cesaretli kişiler arasında özellikle Prof. Dr. Bülent Ertuğrul’un (Adnan Menderes Üniversitesi, Tıp Fakültesi Üniversitesi Öğretim Üyesi) cümlesi gerçekten çarpıcıydı. Prof. Ertuğrul, yaşamın kısıtlı da olsa normale dönebileceği ve turistik seyahatlerin başlayabileceği ifadeleri üzerine İstanbullulara yönelik olarak çaresizce “İstiyorsanız şehrimize gelin, biz misafirperveriz, gelmeyin diyemeyiz, ama gelirseniz bize pek yaklaşmayın!” demekten başka söz bulamadı. Hocanın yaşadığı endişe ve paniği anlatmama gerek yok, tahmin edersiniz.
Yukarıda adı anılan hemen her ülkede, az ya da çok, beğenelim beğenmeyelim ciddi önlemler alınmış durumda. İnsanların hepsi değil ancak önemli bir kısmı evlerine kapanmış durumda – ki bu eve kapanan kesimin ciddi bir kısmı sıkışık metropollerde yaşayan beyaz yakalılar – dışarı çıkıldığında fiziksel mesafe korunuyor, kişisel hijyen önlemlerine dikkat ediliyor, çocuklar evde eğitim görmeye çalışıyor… Ancak bu koşullar altında vaka sayılarının azalabildiğini görüyoruz. Araştırmanın doğru bir tarafı var ki, o da, vakalar bu şekilde düşerse belirgin şekilde azalacak. Fakat bedeli malum, eve kapanmak. Yani belirtilen tarihlerde insanlar dışarı çıktığı halde neler olacağını hayal etmek bile istemiyorum. Sokağa çıkma yasağından bir gece öncesinin görüntülerini hatırladığımızda, duyulan endişeyi hatırlatmak isterim.
Ancak diğer yandan birçok ülkenin yöneticileri, iş dünyası ve bu iş dünyasının akıl hocaları bu araştırmayı çok sevdi. Kontrollü bir şekilde dışarı çıkmanın iyi olabileceğini söyleyenlerin sayısı hiç de az değil. Neden? Çünkü halkı evde tutmanın maliyeti çok yüksek. Sadece onlara para vermek değil maliyet. Asıl maliyet bu insanların yavaş yavaş para harcamamaya başlaması ve sade yaşamaya alışmaları. Tüketim alışkanlıklarının değişmesi, gezegeni daha fazla düşünmeye başlamaları, sistemin hatalarını gözden geçirmeleri, kitap okumaları, alternatif sesleri daha çok dinlemeye başlamaları… Sizce bunlardan hangisi tıkır tıkır işleyen bir sistemin devam etmesini isteyeceği şeyler olabilir. Elbette hiçbirisi.
İlacı bul çıkalım…
Belirtilen tarihler güzel. Baharın sonunu yakalayacağız, yazın denize girebileceğiz, tabi cepte para kalırsa. Parklara çıkacağız, AVM’lere koşacağız, dışarıda yemek yiyip, sinemaya hatta o hiç gitmediğimiz tiyatrolara ve klasik müzik konserlerine biletler alacağız.
Hayal edilen bu. Kontrollü olacağız ama turizm canlanacak, yavaş yavaş tüketim başlayacak, piyasa açılacak. E madem sıkıntı geçti, işbaşı yapılacak. Atölyeler, fabrikalar ve ofisler tam kapasite çalışıp, kaybedilen zamanı ve parayı geri kazanmaya çalışacak. Maskeni tak, elini yıka, metroda nefes alma yeter. Yani özetle eski yaşama geri döneceğiz.
Ekonomist ya da tekstilci olmadığı için vicdani tarafı ağır basan Prof. Ertuğrul Hoca ise diyor ki, “…bu yaşadıklarımızı fırsata çevirip değişsek, eskiye dönmesek olmaz mı?…” Gülüyorlar tabi Hocaya, ekonomiden anlamadığı için. Tıpçısın sen Hocam, ne bileceksin ki? Ama Hoca ekliyor “…aşımız ve daha da önemlisi ilacımız yok!”
Ben şahsen Hoca’dan yanayım. Bu pandemi sürecinde, 1918-19’da İspanyol gribinde yaşanan durumu herkes bir kez görmüştür. Birinci dalga tıpkı USTD araştırmasındaki gibi dip yapınca bir rahatlama geliyor herkese. İki ay boyunca herşey yolunda gidiyor. Ancak durum şu anki gibi; aşı yok, ilaç yok. İki ay sonra gelen ikinci dalga pandemi ilk dalganın beş katı ölüme neden oluyor.
Dünyada hakim sistemin alışkanlığı bu. İnsanların ihtiyaçlarına göre sistemi düzeltmek yerine, sistemin ihtiyaçlarına göre insanları düzeltmek. Maske takarak insanlar dolaştıkça, alışveriş yaptıkça, para harcadıkça, artık faturalarını ödemek zorunda oldukça… Ölenlerin hesabını tutmaya gerek yok. Peki aşı ve ilaç? Peki yeterli sağlık sistemi ve personeli? Onlar sonradan gelir.