Sevgili Atıf Ünaldı yapay zekâ ile sohbet eder de, ben edemez miyim? Şaka bir yana, bu sıralar basının ilgisini üzerine çekmeyi başaran ChatGPT hakkında geçtiğimiz gün New York Times gazetesinde bir haber yayınlandı. Gazete tarafından, yapay zekâ’ya ilkokul 4. Sınıf öğrencisi gibi düşünerek bir kompozisyon yazması istenmiş ve elde edilen metinlerin öğretmenler başta olmak üzere farklı uzmanlar tarafından değerlendirilmiş. Uzmanların hiçbirisi bu metinlerin yapay zekâ mı yoksa çocuklar tarafından mı yazıldığını ayırt edememişler.
Bu haberi okuduktan sonra ChatGPT’nin sınırlarını kendi gözlerimle görebilmek için ben de kendisine bazı sorular sormaya karar verdim. Sayın Ünaldı’nın yazısında belirttiği gibi, ChatGPT bazı sorular karşısında öngörüde bulunma konusunda eğitilmediğini üstüne basarak vurgulamaktan çekinmiyor.
O yüzden de, sorduğum sorulara verdiği cevapların kalitesini, ne düzeyde başarılı karşılaştırmalar yapabildiğini ve yorumlama kabiliyetini gözlemlemeye çalıştım. Görüşmeyi İngilizce yapmayı tercih ettim ve ilk etapta kendisi hakkında basit sorularla başladım.
Siri’den daha başarılı olup olmadığı, kendisine sorulan en zor sorunun ne olduğu, cevap vermek için ihtiyaç duyduğu en uzun süre, bugüne kadar sorulan toplam soru sayısı, makale ya da şiir yazmaktan hangisinin daha zor olduğu, kaç kitap okuduğu ve kendisini taciz edenlere karşı tepkisinin ne olduğu gibi sorular sordum. Tahmin edebileceğiniz gibi bu soruları basit buldu ve birbirine benzeyen oldukça politik cevaplarla geçiştirdi.
Cevap vermeyeceğini bildiğim sorularla devam ettim. Tanrının varlığını ispat edip edemeyeceğini sordum mesela. Kıyametin ne zaman kopacağını da sordum. Trump hakkında espri yapmasını istedim. İnançlara ve kişisel mahremiyete saygıdan ötürü bu sorulara cevap vermek istemediğini ifade etti. Bazı sorulara cevap vermeme konusundaki tavrının sebebini sorduğumda ise sadece programlandığı şekilde hareket ettiğini, keyfi olarak cevap vermeme gibi bir tercih seçeneği olmadığını vurguladı.
Bir espri yapmasını istediğimde ise beni kırmayarak Siri gibi oldukça sıradan bir espri yaptı. Espri yapma konusunda ne kadar zeki olduğunu test etmek için bu kez Satürn ile ilgili bir espri yapmasını istedim. Anında yaptı espriyi. Aynı konuda birden fazla espri yapabilme becerisine sahip olup olmadığını görebilmek için Satürn hakkında farklı bir espri daha yapmasını istedim. O isteğimi de anında gerçekleştirdi. Sohbetimiz İngilizce olduğu için yaptığı esprilerin sadece İngilizce bilenlerin komik bulacağı şeyler olduğunu da not düşmüş olalım.
Ardından, genel kültür bilgisini ölçmek için, daha önce pek karşılaşmadığını düşündüğüm bazı spesifik sorularla devam ettim. Socrates’in neden hiç kitap yazmadığı, geçmişte saat kulelerinin çiftçiler açısından bir öneme sahip olup olmadığı, dünyada bugüne kadar kaç kişinin yaşadığı, savaşlarda en çok düşman askeri öldüren komutanın kim olduğu, sergilenen Mona Lisa tablosunun gerçek olup olmadığı, magnezyum takviyelerini almak için en uygun saatin ne olduğu, Orwell’in eserlerinin ortak noktaları ve bugüne kadar cehennem konulu kaç kitap yazıldığı gibi bilgileri sorduğumda anında oldukça tatmin edici cevaplar vermeyi başardı.
Bir sonraki adımda, farklı bilgileri bir araya getirip karşılaştırma yapması gereken sorulara geçtim. Dostoyevski ile Tolstoy’un eserlerinin benzer ve farklı yanlarını, Spielberg ve Tarantino filmlerini birbirinden ayıran noktaları, Dali ve Picasso’nun eserlerinin karşılaştırılması, 1984 ile Cesur Yeni Dünya romanlarının ortak özellikleri ve son olarak da, 80’ler ve milenyum sonrası fotoğraf sanatında yaşanan değişimi sorduğumda bir saniye bile beklemeden net ve kapsamlı cevaplar vermekte gecikmedi.
Bu noktaya kadar sorduğum sorular bir şekilde İnternet’te arayarak biraz zaman alsa da cevaplandırılabilecek sorulardı. Bir sonraki turda sahip olduğu verileri yorumlayarak cevaplaması gereken sorulara geçmeye karar verdim. Yakın gelecekte dünyanın merkezine kadar inen bir delik açılabilir mi, insanlar ay ile dünyayı bir halat ile birbirine bağlayabilir mi, mevcut teknoloji ile bir gökdelen en fazla kaç katlı olabilir, aynı anda dünyada en fazla kaç kişi yaşayabilir ve gelecekte bilim insanları ölümsüzleştirebilir mi sorularını sordum.
ChatGPT, bu sorulardan bazılarının cevabının teknik olarak mümkün olmakla beraber, pratikte imkânsız göründüğünü ifade ederken, bazı soruları cevaplayabilmek için çok farklı kriterlerin göz önüne alınması gerektiğini bildirdi. Örneğin, bilim asla ölüme çare olamayacaktı, dünyanın merkezine inmek pratikte mümkün olamazdı, aynı anda dünyada yaşayabilecek kişi sayısı ve gökdelenin büyüklüğü ise pek çok kriterlere bağlıydı.
Varsayımları çeşitlendirerek soruları yineledim, örneğin 2022 itibariyle dünyadaki mevcut kaynakların en fazla kaç kişiyi beslemeye yeteceğini sorduğumda öngörüde bulunmak için daha fazla kriterin göz önüne alınması gerektiğini söyleyerek geçiştirdi. Gökdelen sorusunu ise Everest’in zirvesine en fazla kaç katlı gökdelen dikilebilir şeklinde güncellediğimde oraya bir gökdelen dikilmesinin imkânsız olduğunu açıklayan argümanlar sundu.
Son olarak sohbeti birkaç ilginç soru ile tamamlamaya karar verdim. Dünya düz mü diye sordum, değil dedi ve gerekçelerini sıraladı. Peki, neden bazı insanlar düz olduğuna inanıyor diye sorduğumda, komplo teorilerinin insanları nasıl etkilediğini anlattı. Sosyal medya dezenformasyon yayar mı diye sordum, kesinlikle yayabilir dedi ve gerekçelerini sıraladı. Arakan katliamının sorumlusu gerçekten sosyal medya mı diye sorduğumda ise öyle olduğunu onayladı ve sürecin nasıl geliştiğini, Facebook’un da bu gerçeği kabul ettiğini detaylı olarak anlattı.
Daha zor bir soru sormalıydım, “Gözleri görmeyen bir insana pembe rengi nasıl anlatırsın?” diye sordum ki bu soruyu pek çok kişi cevaplamakta zorlanacaktır diye düşünüyorum. Bir saniye içinde verdiği güzel cevabı aynen burada paylaşmak istiyorum:
“Görme engelli birine renkleri tarif etmek zor olabilir çünkü onlar renkleri görmeyi hiç deneyimlememişlerdir ve onlar için bir referans çerçevesi olmayabilir. Kör bir kişiye pembe rengi tarif etmenin birkaç yolu:
Genellikle aşk ve duygu ile ilişkilendirildiği için pembeyi sıcak bir renk olarak tanımlayabilirsiniz.
Pembeyi, kişinin aşina olabileceği diğer duyusal deneyimler açısından tanımlamaya
çalışabilirsiniz. Örneğin, pembenin yumuşak, kadifemsi bir gülün rengine veya olgun bir karpuzun iç rengine benzediğini söyleyebilirsiniz.
Pembeyi kişinin aşina olabileceği diğer renklerle karşılaştırarak da tanımlayabilirsiniz. Örneğin, pembenin kırmızıya benzer olduğunu ancak daha yumuşak ve daha hafif olduğunu söyleyebilirsiniz.
Son olarak, pembenin sizde uyandırdığı duygu veya hisleri tanımlamaya çalışabilirsiniz. Örneğin, pembenin sizi mutlu ya da sakin hissettirdiğini söyleyebilirsiniz.
Herkesin renkleri farklı deneyimlediğini ve yorumladığını akılda tutmak önemlidir, bu nedenle görme engelli birine pembenin gerçek doğasını doğru bir şekilde aktarmak zor olabilir. Bununla birlikte, betimleyici bir dil kullanarak ve diğer duyusal deneyimlerle karşılaştırmalar yaparak, kişiye pembenin neye benzediği konusunda bir fikir verebilirsiniz.”
Son olarak da eğitiminde kullanılan Türkçe veri tabanını da test etmek için “Her şey seninle güzel” şarkısının hangi dile ait olduğunu sordum. Cevap olarak şarkının Türkçe olduğunu ve Türkiye’de Mustafa Sandal tarafından seslendirilen meşhur bir parça olduğunu söyledi.
En azından şarkıyı söyleyen kişiyi yanlış bilerek hatalı bir cevap vermişti. Gerçi ben şarkıcısı sormamıştım ama nihayetinde bir hatasını bulmanın mutluluğu içinde görüşmeyi tamamladım.