Başarıya takıntılı ebeveynlerle büyüyen çocukların hayattaki tek amacı başarılı olmaktır. Elbette her anne baba, çocuklarının başarılı olmasını ister ama bahsettiğim başarıya takıntılı olma durumu tıpkı takıntının kendisi gibi nevrotik bir durumdur. Hep en iyi, en çalışkan, en gözü pek, en konuşkan, en mükemmel olmak için şartlandırılan çocuğun yaşamı, ‘’EN’’ ler içinde geçen yüzeysel bir yarışa evrilir. O yaşamaz, yarışır.
Hırslı ve ‘’EN’’ saplantılı ebeveynlerin çocuklarının, tıkır tıkır işleyen birer makine gibi olduklarını görürüz. Boş zamanları yoktur, yoğundurlar. Yaşam onlara göre, mola verilebilecek kadar uzun değildir. Her an değerlendirilmelidir. ‘’EN’’ olma hedefi doğrultusunda koşup giderler.
Hırsla büyütülen çocukların ebeveynlerine göre hayat, ürkekler, korkaklar, sessizler, sakinler için bir dramdır. Onlara göre hayatta düşünebilmek ve üretebilmek için yeterli zaman yoktur. Tek yapılması gereken hayattan korunmak ve güçlü olmaktır. Arkadaş yoktur, rakip vardır. Yaşam yoktur, savaş vardır.
Oysaki yaşamın doğal yönlendirmeleri, ebeveyn yönlendirmelerinden daha yücedir.
Eğer ebeveyn yönlendirmesi yoksa, maddi sıkıntı yaşamış ya da sevdiklerini herhangi bir sebeple (sağlık, doğal afet vb.) kaybetmiş çocukların birçoğunun doktor olmak istemesi tesadüf değildir. Çocukların bu saf niyeti ile, ebeveynlerin ‘’aileden doktor çıksın’’ niyeti arasında dağlar kadar fark olsa da herhangi bir insana yardım etme güdüsüyle büyüyen bir çocuğun itfaiye elemanı, doktor, hemşire olmak istemesi doğaldır.
Mesleki hiyerarşiyi belirleyen faktörler, ömür zincirinin halkalarından ibarettir aslında…Çocuğun büyüyünce ne olacağını ne yaşadığı belirler.
Çocuklara ‘’büyüyünce olmak istedikleri meslek’’ sorulduğunda genellikle öğretmen olmak istediklerini söylerler çünkü hayatta ilk tanıdıkları ve en fazla vakit geçirdikleri meslek gurubu öğretmenler ve öğretmenliktir. Öğretmenlerini sevdikleri için bir bakıma bu tercih onlara sevilme garantisi verir. Kendileri de öğretmen olurlarsa sevilirler.
İdeal ve ölçülü sevgiyle büyüyen çocukların büyüyünce eş tercihleri büyük oranda doğru kişilerden oluşur. Aslında ona tercih bile denemez, o bir diğer ‘’ideal’’ ile bir yerlerde zaten buluşur. Çünkü aksi bir durumu tahayyül edemez. Görmemiştir. Hep ebeveynlerinden gördükleri gibi ölçülü, saygılı ve sevgi dolu bir yuvadır kendi kuracakları da. (Keşke her çocuk böyle bir ortamda büyüse)
Sevgisiz büyüyen çocukların birçoğu ise mutsuzdur. Hep bir yarım kalmışlık hissi yaşarlar. Tamamlanma, uzanacak bir el beklentisi içerisindelerdir. Birçoğu sevilmeyi ve anlaşılmayı bekleyen yürekler taşırlar. Beklenti, hayatlarının büyük çoğunluğunu kapsar ve etkisi altına alır. Aile sevgisini, merhamet ve şefkat duygusunu yeterince görmedikleri ya da tadamadıkları için, karşılarına çıkan ilk sevgi gösterisinde düşüverirler tuzağa ve ömürleri sevgiyi, yaşadıkları şey sanmakla geçer. Çünkü ebeveynlerinden gördükleri o dur. Daha doğrusu onlardan göremedikleri duyguların peşinden koşar dururlar.
Maddi manevi çaresizlik içinde büyüyen çocuklar, büyüyünce sahip oldukları küçük şeylerin değerini daha çok bilir.
Her istediğine rahatlıkla ulaşan çocukların, büyüdükten sonra çalışıp kazanma düşünceleri yok denecek kadar azdır. Yetişkin olsalar bile, hep birilerinden bir şeyler beklemeye devam ederler.
En mutlu olan, çocuklarının üzerine hastalık derecesinde titremeyen ebeveynlerin çocuklarıdır. Düşmeyi de bilirler kalkmayı da. Madalyon un her iki tarafını da öğrenmişlerdir.
Övünmeyi en çok sevenler, ne yazık ki hayatlarında pek övülmemiş olanlardır. (Bundan eminim)
Sevgiyi en çok dile getirenler, sevilmemiş olanlardır. (Bunu gördüm)
Ama övülmeyi en çok hak edenler, övülmeyi pek önemsemeyenlerdir bana kalırsa. Kendi halinden memnun olan önüne çıkan her şeye zihinsel ve fiziksel olarak doğaçlama karşılık verendir. (Bunu biliyorum)
Kibirli bireyler, genellikle hiç insan yerine konulmamış, ciddiye alınmamış ya da hor görülmüş bir çocukluk ve gençlik dönemi geçirip daha sonra güç sahibi olunca, yaşamla olan kavgalarının galibi gibi davranmaktan hoşlanırlar. Onlara göre yaşam, kavgadır ve dövüşmek gerekir. ‘’İstanbul sen mi büyüksün ben mi?’’ düşüncesi, yaşamı arenada aslanlarla dövüşmek olarak gören zihniyetin ürünüdür.
Egosu çok yüksek olanların geçmişinde ezilmişlik, hor görülmüşlük izleri görebilirsiniz. Kendini ispat yarışına düşen çocuklar, kendileri için en iyi olanı değil, insanların onları takdir edeceği bir yaşamı tercih ederler.
Sahip olduklarını hastalık derecesinde kaybetme korkusu yaşayanlara baktığımızda, geçmişlerinde mutlaka bir şeylerini kaybetmiş olduklarını görebiliriz. Ya da kaybedilmişlerdir biri tarafından. Onlar tekrara uğramaktan korkarlar. Onları korku yönetir.
Yoksulluk içinde büyüyen çocukların zengin olma şansları, zengin bir ailenin çocuklarının zengin kalma olasılığından daha yüksektir. Çünkü onlar arka bahçelerini de bilirler hayatın.
Yetişkin dönemlerinde en çok hasta olan insanlara bakın. Çocukluklarında mikrop almasın diye evden dışarı çıkarılmamış, boğazı şişer diye dondurma yedirilmemiş, düşersin diyerek koşmasına müsaade edilmemiş, terli terli su içirilmemişlerdir.
Keşfetme ve merak duygusu en fazla olan insanlar, çocukluklarında sordukları birçok soruya cevap alamamış insanlardır. (Ya da soracak kimse yoktur kim bilir) Cevapları kendileri aramaya karar vermiş insanlardır onlar. Bir kitabı en kısa sürede bitirenlerde genelde onlardır. Okuma yazma bilmeyen ebeveynlerin çocuklarının, bilim adamı, doktor, profesör vb. olmaları tesadüf değildir.
Kısacası;
En çok kandırılan çocuk, kurnaz olmayı öğrenir.
Şiddet gören, şiddet göstermeyi.
Sevilen ise, sevmeyi!
İnsan yaşadıklarının toplamıdır.
Okuma Süresi:3 Dakika, 37 Saniye